25 Nisan 1915 tarihinde Anzaklar bu koya çıkarma yaptıkları için koyun adı "Anzak Koyu" olarak kalmıştır. Her yıl 25 Nisan tarihinde Avustralya Hükümeti bu koyda resmi tören düzenleyerek savaşta hayatlarını kaybeden askerlerini anmaktadır. Gezi esnasında bazı genç arkadaşlarımız Ülkemize saldırıp, askerlerimizi şehit eden Avustralyalılara neden böyle bir fırsatın tanındığını sorguladılar. Ancak bu topraklara gelip, ölen askerlerini anmalılar ki; Çanakkale'ye saldırmanın bedelinin ne kadar ağır olduğunu görerek bir daha böyle girişimlerde bulunmaya cesaret edemesinler.
YAHYA ÇAVUŞ 
Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'nı tepeden gören Alçıtepe'yi ele geçirmek için İngilizler 5 ayrı koya saldırı düzenlemiştir. Bu koylardan bir tanesi var ki; Yahya Çavuş ve 63 askerlerinin destanlaştığı bir tepeye bakmaktadır. Ertuğrul Koyu denilen bu mekanda; Yahya Çavuş ve 63 şehit askerimiz yatmaktadır. Yahya Çavuş, Çanakkale'nin Ezine İlçesi'ndendir. Henüz yeni evlenmiş, yarinden ayrılarak Çanakkale Harbi'ne koşmuştur. Görev yaptığı mevziinin çok büyük stratejik önemi vardır. Eğer düşman Ertuğrul Koyu'na çıkartma yapabilirse, Alçıtepe'yi ele geçirmesi daha kolay olacaktır. Düşman 2000 askerle koya çıkartma yapıyor, ancak Yahya Çavuş ve askerleri adeta etten duvar olarak düşmana geçit vermiyor. Kanlı çarpışmalar sonucu denizin 150 m.'lik alanının renginin kırmızıya döndüğü görülmüştür. 63 kişi bu koyun bulunduğu tepede şehit düşüyor, ancak düşman Alçıtepe'ye ulaşmaya muvaffak olamıyor. İngiliz askerler hatıralarında şöyle yazıyorlar: "Alçıtepe'de açan bahar çiçeklerini gördük, ancak bir türlü o tepeyi ele geçiremedik."
Yahya Çavuş ve beraberindeki 63 kahramanı rahmet ve minnetle anıyoruz.
ANI (Koca Seyid)
Mecidiye bataryası komutanı yüzbaşı Hilmi bey acı çeken yaralıların bir an evvel huzura kavuşabilmeleri için çevre birliklerden sağladığı yardım gurubuyla bir süre sonra bataryasına döndüğünde Niğdeli Ali neferinden sevindirici olayı öğrenir öğrenmez beklemediği mucizevi duruma o da çok şaşırır, inanamaz. Gerçi çevre birlikler de gezinirken kendi toplarının sesini andıran şiddetli bir ses, patlayış duymuştu ama bataryasının durumunu bildiğinden buna önem vermemiştir. Her şeyi öğrenip, heryeri inceleyince olayın doğruluğuna kesinlikle inanır. Neferi bu inanılmayacak başarısından ve gösterdiği kahramanlığından dolayı sarılıp, öperek kutlar. Ayrıca hemen de mucize olayı telefonla üstlerine rapor ederek bildirir.
Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Mustahkem Mevki “Boğazı Savunma” komutanı Cevat Paşa gelip komutanpaşa ödülü olarak Koca Seyit’e ilkkez onbaşı rütbesi takar. Ancak komutana göre bu çok azdır. Koca Seyit’e ne gibi bir ödül istediğini söylemesini söyler. Koca Seyit ısrarlara dayanamayarak ödül olarak kendisine tayin denilen o günlerin koşullarına göre erata verilen el kadar peksimetten iki tane verilmesini ister.
Paşasının emriyle o günden itibaren çift tayın bağlanır. Lakin gün geçtikçe ikinci tayını karnı doymadığı halde yiyemez, kursağından geçmez. Çünkü birlikte yemek yedikleri diğer arkadaşları ondan mahrumdur. Kısa bir süre sonra da kendiliğinden ikinci tayın yemesini bırakır. İşte o zaman Koca Seyit kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini anlar.
Koca Seyit’in mucizesi büyük yankı yaratarak Çanakkale Cephesi’ne tezden yayılır. O sırada Eceabat’ın “Maydos’un Biga’lı Boğalı” köyünden karargah merkezi olarak kullanan 19. Fırka Tümen Komutanı Mustafa Kemal Atatürk de bu haberi duyar. Duyunca da bu mucize kahramanı görüp yakından tanımak ister. Bu nedenle de o yılın nisan ayı başlarında yani 18-Mart Zaferi’nin 20. gününde filan kendi atıyla hizmetlerini özellikle gönderip, birliğinin çok yakınında görev yapan Koca Seyit’i birliğinden aldırıp köydeki evine getirtir. Onu konuk eder. Kahve içerken aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Büyük Gazi:
-Koca Seyit isimli topçu onbaşı sen misin evlat?
Koca Seyit:
-Benim Gumandanım!
-Tek başına nasıl kaldırabildin koca gülleyi?
-İşte Allah’ın izniyle oluverdi gumandanım. Sankim gülle ıfacık tefecik bir çam bölmesi gibi geliverdi.
-Peki asker, sen kumandanlarından hiçbir para, altın gibi ödüller kabul etmemişsin, varlıklı da değilsin, acaba bu nedendir?
-Olsun gomutanım. Memleketimize kırkyılın başı bi iş, bi hizmet yaptıysak, hemen ödül, mükafat mı olurmuş. Sonacım benim eskerlemdeki en büyük mükafatı siz verdiniz. Beni yanınıza çağırıp, fincan gayve sunmanız benim için en büyük mükafattır, gumandanım!
-Asker gülleyi kaldırdığın gibi beni de kucaklayıp kaldırabilir misin? Söyle asker, çekinmeden söyle, kaldırabilir misin?
Koca Seyit biraz durakladıktan sonra, Atatürk’ün yüzüne anlamlı şekilde bakıp, sorusunu yanıtlar:
-Hayır gumandanım.
-Niye, ben koca gülleden daha ağır mıyım sanki?
-Gülle başka, siz gene başka gumandanım. Sizi ben del kimsecikler galdıramaz. Çünküm sizin büyüklüğünüz, ağırlığınız gülleyle ölçülemez, gumandanım!
Koca Seyit’in bu cevabı Atatürk’ü fazlasıyla memnun eder. Kahramanı saygılı, yiğit ve güvenilir bulur. Atatürk’ün aklına bir soru yöneltmek gelir:
-Sanıyorum eski bir askersin. Askerlikten bıktın mı, terhis olup da evine döndükten sonra bu ocağa seni yeniden çağırsalar severek, isteyerek, gönlünce yine koşar gelir misin?
Koca Seyit hiç düşünmeden:
-Tabey gelirim gumandanım. Değil dokuz sene onsekiz sene de yapsam ekserlimi sizin gibi gomutanlar haydin ekser ocana gelin dedi miydi tabeyke hemen gene koşup gelirin, cevabını verir.
Koca Seyit’in bu cevabı Atatürk’ü pek memnun eder. Aynı cephede oldukları sürece Koca Seyit’i her zaman sever, onunla ilgilenir ve onu hiç unutmaz.